Teknolojideki değişim öğrenme faaliyetlerinde de dönüşümü beraberinde getirmektedir. Değişen toplum ihtiyaçlarına göre şekillenmesi beklenen öğretim süreçlerinin teknolojinin dönüşümüyle birlikte, ortaya çıkan ihtiyaçlar doğrultusunda değiştiği görülmektedir. Özellikle son bir yıldır yaşadığımız pandemi süreciyle birlikte yüzyüze yapılan öğretim aksamış ve doğan ihtiyaç doğrultusunda değişen teknoloji aracılığıyla öğretim süreçleri yeniden yapılandırılarak acil uzaktan öğretim yöntemine geçilmiştir. Bu en yakın içinde bulunduğumuz bir örnektir. Geçmişten günümüze bakacak olursak benzer değişim ve dönüşümlerin pek çok kez yaşandığı görülebilmektedir.
Yüz yüze sınıf ortamında gerçekleştirilen geleneksel eğitim sözlü ve yazılı kaynaklara dayalı olarak öğretmenin sözlü sunumuyla gerçekleşirken 1870’li yıllarda gazete ve mektup gibi baslı materyaller aracılığıyla uzaklara taşımıştır. Ses ve görüntünün uzaklara taşınabilmesi ile 1950-1980’li yıllarda sırasıyla radyo, televizyon, video öğrenmede yeni ortamlar olarak karşımıza çıkmış ve 1980 sonrasında hayatımıza giren bilgisayarlar bireye özgü esnek öğrenme ortamlarının gelişiminin önünü açmış ve kasetlerin yerini CD’lere bırakmıştır. Bilgi depolama anlayışı 90’lı yıllarda tanıştığımız yeni iletişim yaklaşımı internet ve sonrasında gelişen teknolojilerle ağ temelli ve merkeziyetçi sunumu yıkan öğrenme ortamlarının gelişimine neden olmuştur. Özellikle görüntü teknolojilerindeki değişimin öğretim faaliyetlerindeki etkisi yeni öğretim yöntemlerini doğurmuş ya da mevcut yöntemlerin geliştirilmesine olanak sağlamıştır. Bu doğrultuda eğitim öğretim faaliyetlerinde daha verimli ve etkili sınıf ortamları oluşturma fırsatı doğmuştur. Beraberinde çoklu ortam, mobil öğrenme, farklılaştırılmış öğretim, ters yüz edilmiş sınıf gibi pek çok kavram sürece dahil olmuş ve pek çok yeni tartışma ve çalışma doğmuştur.
2000 yıllarda bilgi ve iletişim teknolojilerindeki yakınsamayla birlikte ses, veri ve video bir araya gelip bilgisayarlar arasında taşınabilir hale gelmiştir. Çoklu ortamın sağladığı bu zenginlik kablosuz erişimin bu üçlüyü taşınabilir hale getirmesiyle artık bilgi cebimizden erişilebilir ve yapılandırılabilir olmuştur. Anlık olarak öğrenme ihtiyaçlarımıza çözüm sunan öğrenme ortamlarına bir bileşen olarak “mobil” kavramını eklemesiyle mobil öğrenme yaklaşımı ortaya çıkmıştır. Artık içerik, internet ve medya teknolojileri aracılığı ile etkileşimli ve kişiselleştirilmiş olarak öğrenme ortamlarında yer almaya başlamıştır.
Teknolojinin eğitime etkisine bakıldığında, olumlu olarak yansıdığını iletmek yanlış olmayacaktır. Artık yüzlerce kitap tek bir mobil cihaza sığabiliyor, beyaz tebeşir ya da kara tahta kalemi mürekkebi ile ellerimiz kirlenmiyor, etkileşimli tahtalar içeriğimizi görselleştirerek içerikle etkileşime girmemizi sağlıyor, birden fazla duyu organımız eğitim sürecine teknoloji aracılığıyla dahil ediliyor, kitapların yetersiz kaldığı noktada devreye internet giriyor, bilgi her an ulaşılabilir ve internet bağlantısı ile öğretim süresi 40 dakikalık sınıflarla sınırlı kalmıyor. Ancak günümüz okul sistemlerine bakıldığında teknolojinin sadece eğitim-öğretim süreçlerinde değil okulun ekosisteminin tamamını etkileyecek düzeyde kullanıldığı, özellikle özel kurumların bir reklam amacıyla kullandığı görülmektedir. Bu durum ne yazıkki öğrenme çıktılarına her zaman olumlu yansımamaktadır. Öğrencilerin rekabet ortamında, reklam amaçlı medya teknolojileriyle iç içe bırakılması, öğrenme faaliyetlerinin bir reklama dönüştürülmesi ve teknolojinin öğrenme sürecinde amaç olarak kullanılması süreçte “-mış” gibi etkisi oluşturmakta ve etik, gizlilik, fikri mülkiyet gibi pek çok tartışmayı da beraberinde getirmektedir. Bu doğrultuda “dijital vatandaşlık, dijital okuryazarlık, dijital kültür, dijital uyum” gibi kavramların eğitim öğretim süreçlerine dahil edilmesi kaçınılmaz olmuştur.
Medya ve mobil teknolojilerinin sadece öğretim süreçlerine değil yaşamımızın her anına girmesi hayat boyu öğrenme kavramının da tartışılmasını doğurmuştur. Bireylerin bilgiye her an kolay ulaşabilmesi öğretimde bilgi aktarımının değil bilgiye nasıl ulaşılacağının öğretilmesi hususunu ortaya çıkarmıştır.
Yaşanan tüm bu gelişmelere bakıldığında ise eğitim ve öğretimde yeni planlamaların yapılmasına, öğretim tasarımlarının sürekli gözden geçirilmesi ve değişen teknoloji-eğitim ilişkisinde öğretim tasarımlarının ve içeriğin sürekli dönüşümünü mecbur kılmaktadır.Teknolojinin eğitimde oluşturduğu zenginlik mevcut yapıların öğrenme sürecine olumlu katkı sağlayabilmesi adına sağlam pedagojik temele oturan, aktif öğrenmeyi kolaylaştıran, bilgi oluşumuna imkân sağlayan ve öğretici etkileşimlere fırsat sunan şekilde tasarlanması ve yapılandırılmış bir sistem içinde sunulması gerekmektedir. Yaşanılan pandemi döneminde sürdürülen eğitimin “acil uzaktan eğitim” olarak tanımlanmasının en büyük nedeni öğretim tasarımlarının uzaktan öğretim sistemine uygun olmaması, bu doğrultuda çevrimiçi ders planlarının yapılmamış olması, içeriklerin-konu bağlamlarının uzaktan öğrenmeye uygun olmaması, mevcut yüz yüze öğretimin aynen çevrimiçi öğretim ortamına taşınması gibi pek çok neden sayılabilir. Eğitimin de değişen teknolojiye sürekli kendini güncelleyen sistem olarak adapte olması önemlidir.
Dünyada ve Türkiye’de, sanal eğitim uygulamaları, yeniliklerin yayılması kuramının da öngörüsüne uygun şekilde, bu teknolojiye en yakın kesimler tarafından başlatıldığı görülmektedir. İnternet teknolojilerinin gelişmesiyle birlikte uygulamada kendisine bolca yer bulan uzaktan öğrenme ortamlarının -en uygun seviye olarak- en yaygın yükseköğretimde kullanıldığı görülmektedir. Yüksek eğitimde E-öğrenme ortamları senkron, asenkron, lisans programları, çeşitli sertifika programları, uluslararası üniversitelerden ders alma, master dereceleri gibi pek çok alanda kullanılmaktadır. Çünkü üniversiteler, birbirleriyle rekabette başarılı olabilmek için, sahip oldukları bilgileri en hızlı yoldan ve talebe göre, sadece kendi öğrencilerine değil, geniş topluluklara ulaştırmak istemektedirler.
ABD teknolojinin eğitime en hızlı ve en çok entegre edildiği ülkelerden birisi olarak öne çıkmaktadır. ABD’deki yüksek eğitim sanal öğrenme girişimlerine bakıldığında üniversitelerin en iyi programlarının tüm dünya insanlarının hizmetine açtığı görülmektedir. Öyle ki üniversiter eğitimden tam zamanlı (full-time) ya da kısmi zamanlı (part-time) olarak yararlanmak isteyen öğrencilerden, meslek sahibi çalışanlardan meraklı vatandaşa kadar, herkese kapılarını açmıştır. Ulusal Teknoloji Üniversitesi iş dünyasının yöneticilerine, mühendislere ve diğer teknik elemanlara lisans üstü ve sürekli eğitim sağlamak amacıyla, ABD’deki 48 üniversitenin işbirliği ile kurulmuş ortak bir girişimdir.
Türkiye’deki örneklere bakıldığında ise hedef kitlenin Türkiye ile sınırlı olduğu ve sanal programların ders tamamlama, kalabalık mevcutlu dersleri çevrimiçi olarak verme, bazı yüksek lisans ve lisans programlarını sürdürme şeklinde ek kapasite yaratma mantığında olduğu görülmektedir. Henüz geldiğimiz noktada ise ülke çapında sanal öğrenme ile ilgili yeterli bir kamuoyu oluştuğu görülmemektedir. Büyük bir kesim tarafından “sanal öğrenme ortamlarının öğrenme konusunda ciddi yetersizlikleri” olduğu savunulmaktadır. Çünkü bu alanda yeterli teknik alt yapı sorunları, öğreticilerin yetersiz bilgileri ve müfredatların hazır olmayışı gibi daha pek çok eksik söz konusudur ve bu eksiklerde öğrenme sürecinde ciddi sıkıntıları beraberinde getirerek öğrenme kayıplarına neden olmaktadır. Ülke olarak matbaanın icadından bu yana teknolojiyle her zaman geç buluşan bir kesim olduk, o nedenle yeniliklere ve gelişmelere çok geç sahip olarak çok geç adapte olduk.
Teknolojinin değişimiyle değişen hayata ayak uydurabilmek ve bu doğrultuda gerekli becerilere sahip olabilmek ancak eğitimle mümkün olacaktır. Sürekli artan nüfusa sahip bir ülkenin aynı oranda eğitim politikalarında da genişlemeye gitmesi ve nüfusa uygun eğitim modelleri oluşturabilmesi de önemlidir. Dünya üzerindeki hemen her toplum değişime ayak uydurmak adına değişen toplumsal ve ekonomik ihtiyaçlara göre yeni eğitim modeller üzerinde çalışmalar gerçekleştirmektedir. O nedenle teknolojinin eğitime entegrasyonu konusunda acilen ciddi teknoloji politikaları geliştirilmesi ve bu doğrultuda gerekli tüm koşulların sağlanarak, ilgili öğretim tasarımlarının yapılarak uygulamada en iyiyi yakalama konusunda atılım yapılması gerekmektedir.
Sanal öğrenme ortamları zaman-mekan bağımsızlığı, bireyselleştirilmiş, kitleleştirilmiş ve farklı duyulara hitap eden özellikleriyle yaşam boyu öğrenme konusunda her zaman bizimle olacaktır. Özellikle mobil cihaz teknolojilerinin değişimiyle birlikte bireyselleştirilmiş öğrenme daha ön plana çıkacaktır. Giyilebilir teknolojiler ile öğrenme ortamlarında farklı duyulara hitap eden bilgi ile etkileşime geçilebilecektir. Öğrenci istenen zamanda değil uygun olduğu zamanda ve istediği yerden eğitime erişim sağlayabilecektir. Zorunlulukları ortadan kaldıran bu eğitim sistemi, kişilerde bireysel öğrenme sorumluluğununda gelişmesine neden olacaktır.
Özellikle öğrencilerin, plânlı çalışma, kendini disiplin altına alabilme gibi yeteneklerinin yanısıra, dijital vatandaşlık, dijital okuryazarlık, bilişim teknolojileri temel becerileri, verileri analizi, siber suçlardan korunma, zamanı yönetme gibi yetenekleri de kazanmaları gerekmektedir. Sonuç olarak sanal öğrenme ortamları çevrimiçi uzaktan bilgi aktarmanın ötesinde ciddi politikalar ile eğitim sistemi genelinde planlanması gereken ciddi bir emektir.
KAYNAKLAR:
Cevat Alkan (1974) Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, Cilt:07 Sayı:01 https://doi.org/10.1501/Egifak_0000000403
Öğrenme Yönetim Sistemleri, Yasin Özarslan, Özlem Ozan, Detay Yayıncılık , ISBN:978-605-9189-65-1
The Turkish Online Journal of Educational Technology – TOJET, Şahin KARASAR, October 2004 ISSN: 1303-6521 volume 3 Issue 4 Article 16